“Kadınlar artık yaşamlarının üçte birinden daha fazlasını, hatta neredeyse yarısını menopoz sonrası dönemde geçiriyor. Bu kadar uzun bir sürenin sağlık sisteminde görmezden gelinmesi ciddi bir eksiklik. Bence burada öncelikle hekimlerin farkındalığının artması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı’nın da menopozu bir halk sağlığı meselesi olarak ele alması, bunu koruyucu hekimlik başlığı altında değerlendirmesi ve ona göre politikalar geliştirmesi şart”
Prof. Dr. Fuat Demirci ve Ebru D. Dedeoğlu
Menopoz hakkında konuşmaya başladığımızda, aslında kendi bedenimize dair ne kadar az bilgiyle yaşadığımız gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Melis Alphan’ın Menopoz Rehberi röportajına gelen yoğun ilgi ve onlarca soru, bu konunun hâlâ ne kadar bastırıldığını, eksik bırakıldığını ve sistematik biçimde göz ardı edildiğini açık biçimde ortaya koydu.
Bu ilgi hem kendi deneyimime hem de yanıtsız kalan temel sorulara daha yakından bakmamı gerektirdi. Menopoz tedavimi sürdüren ve cerrahi operasyonumu gerçekleştiren, bilgisine çok güvendiğim Prof. Dr. Fuat Demirci ile bu kez daha kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdim. Konumuz yalnızca hormon eksiklikleri ya da yaşlanma belirtileri değildi. Kadınların sağlıkla yaş alma hakkının, mevcut sağlık sisteminde neden hâlâ görünmez olduğunu, hangi bilimsel gerçeklerin, neden görmezden gelindiğini konuştuk.
Bugün Türkiye’de bilimsel olarak en güvenli kabul edilen östrojen formları piyasada bulunmuyor. Testosteron eksikliği ise neredeyse hiç tartışılmıyor. Oysa kadın bedeni de testosteron üretir ve menopozla birlikte bu hormon neredeyse tamamen kaybolur. Buna rağmen FDA, hâlâ kadınlar için onaylı bir doz tanımlamıyor. Bu tıbbi değil, politik bir tercihtir.
– Hemen ilk sorudan başlamak istiyorum. Menopoz nedir? Türkiye’de ortalama kaç yaşında görülür ve bu yaş, coğrafi, genetik ya da yaşam tarzına göre değişir mi?
Menopoz, son âdet kanamasından sonra en az 12 ay boyunca âdet görülmemesi durumudur. Bu sürenin tamamlanmasıyla birlikte tanı konulabilir. Menopoz, yumurtalıkların yumurta ve hormon üretme işlevinin sona ermesidir. Bu dönemde östrojen, progesteron ve testosteron hormonlarının seviyelerinde ciddi bir düşüş yaşanır. Menopoz yaşı; coğrafi konum, etnik köken, yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarına göre değişiklik gösterir. Genellikle 45 ile 55 yaş arasında görülür. Türkiye’de ortalama menopoz yaşı 46-48 arasındayken, Amerika Birleşik Devletleri’nde bu yaş 50’nin üzerindedir.
– Farkın nedeni coğrafi mi? Coğrafya kader diyebilir miyiz? 🙂
Ebru, menopoz yaşını etkileyen tek bir faktör yok. Beslenme alışkanlıkları, yaşanılan coğrafi bölge, etnik köken ve genel yaşam koşulları bu süreci etkileyen başlıca unsurlar arasında yer alır. Bu nedenle Türkiye’de menopozun daha erken yaşanması, bu faktörlerin bir araya gelmesiyle ilişkilendirilebilir.
“Erken menopozda kadınlara âdet gördürecek şekilde hormon veriyoruz”
– Erken menopoz nedir? Nasıl yaklaşmalı?
Erken menopoz 40 yaşın altında menopoza girilmesidir. Ama genellikle 48 yaş altında girmeyi de böyle değerlendiriyoruz. Önemi şu: Bu kadınlar hangi yaşta olursa olsunlar mutlaka menopoz yaşına kadar hormon kullanmalıdırlar. Yapılan çalışmalarda erken menopozun yaşamı kısalttığı saptanmıştır ve bu durumda mutlaka hormon kullanılmalıdır. Çünkü bu kadınlar diğer kadınlar gibi 48 yaşına kadar adet görmeye programlanmışlardır ve erken menopozda kullanılan hormonlar menopoz sonrası kullanılan hormonların dışında tutulmalıdır. Erken menopozda kadınlara âdet gördürecek şekilde hormon veriyoruz.
– Perimenopoz, menopoz ve postmenopoz dönemleri tıbbi olarak nasıl tanımlanıyor? Bu geçiş dönemleri vücutta ne gibi değişimlere yol açıyor?
Menopoz süreci aslında birkaç farklı evreden oluşuyor. Önce perimenopoz başlıyor. Bu dönem, menopozdan birkaç yıl önce ortaya çıkıyor. Âdetlerde düzensizlik başlıyor, bazen araları uzuyor, bazen yoğunluğu değişiyor. Vücut yavaş yavaş hormon üretimini azaltmaya başlıyor. Sıcak basmaları, gece terlemeleri, uykusuzluk gibi belirtiler genellikle bu evrede görülüyor. Menopoz, son âdet kanamasından sonra tam 12 ay boyunca hiç adet görülmediğinde tanımlanıyor. Artık yumurtalıklar östrojen, progesteron ve testosteron üretmeyi bırakıyor. Ardından gelen dönem ise postmenopoz. Yani artık hormonlar düşük seviyede sabitlenmiş durumda. Bu dönemde kemik erimesi, kalp hastalıkları gibi uzun vadeli riskler biraz daha ön plana çıkabiliyor.
Hayati riskler: Osteoporoz, hipertansiyon ve kalp-damar hastalıkları
– Peki menopoz belirtileri nelerdir?
Menopoz, esas olarak östrojen hormonunun azalmasıyla birlikte ortaya çıkan bir dizi belirtiyle kendini gösterir. Bunlar arasında en yaygın olanları; adet düzensizliği, sıcak basmaları, terleme, çarpıntı ve uyku problemleridir. Bunun dışında vücutta destek dokusunun azalmasına bağlı olarak ciltte sarkmalar ve kırışıklıklar artar, saç dökülmesi görülebilir. Metabolizma yavaşladığı için kilo alma eğilimi ve yağ oranında artış sık karşılaşılan durumlardır. Yorgunluk, sinirlilik, depresif ruh hali, kaygı bozuklukları ve zaman zaman “beyin sisi” diye adlandırdığımız konsantrasyon sorunları ve unutkanlık da bu sürece eşlik edebilir. Daha uzun vadede ise iki önemli risk ortaya çıkar: İlki kemiklerden kalsiyum kaybına bağlı gelişen osteoporoz, diğeri ise damar sertliğiyle birlikte artan hipertansiyon ve kalp-damar hastalıkları riskidir. Ayrıca bu dönemde vajinal kuruluk, cinsel ilişkide ağrı ve libido azalması gibi sorunlar da yaşanır.
– Menopoz tanısı için hormon testi şart mı? 35 yaşındaki hormon değerlerimizi bilmiyorken, bugün yapılan bir FSH veya östrojen testi ne kadar anlamlı olur?
Hormon testleri fikir verebilir ama menopoz tanısı koymak için mutlaka şart değildir. Asıl önemli olan, hastanın son adet tarihinden itibaren geçen süre ve bu süreçte yaşadığı belirtilerdir. Özellikle sıcak basmaları, uyku problemleri, âdet düzensizlikleri gibi şikayetler tanıda yol göstericidir. Yani klinik değerlendirme test sonuçlarından daha belirleyici olabilir.
– Hormon tedavisinden önce hangi incelemeleri yapıyorsunuz?
Hormon kullanmadan önce mutlaka jinekolojik muayene gerekli. Rahim ağzından smear alıyoruz. Rahmi ve yumurtalıkları değerlendiriyoruz. Hasta menopoza girmişse rahim içi kalınlık değerlendirilmelidir. Bu çok önemli. Kalınlaşma varsa düzensiz kanamaları varsa mutlaka rahim içinden biyopsi alınmalı. Ayrıca, mamografi ve meme ultrasonografisi ile memeleri değerlendiriliyoruz. Biyokimyasal tetkikler, karaciğer, böbrek fonksiyonları, kan lipid-kolesterol düzeylerini değerlendiriyoruz. Hormon alan kadınları altı ayda bir kontrole çağırıyoruz. Ayrıca hormon alan kadınların bir diğer avantajı da düzenli kontrol olmaları ve hastalıkların erken yakalanma olasılıklarıdır.
– Hormon replasman tedavisinde östrojen, progesteron ve bazen de testosteron kullanılıyor. Bu üç hormonun her biri ne işe yarar?
Menopoz döneminde esas olarak azalan hormon östrojendir. Yumurtalıkların iki temel görevi vardır: Hormon üretmek ve üreme sürecini yönetmek. Bu ikisi birbirine bağlı işlerdir; çünkü yumurtlama gerçekleştiğinde aynı zamanda hormon üretimi de olur. Kadınlık hormonu dediğimiz östrojen, vücuttaki birçok sistemi olumlu etkiler, kemik sağlığı, kalp-damar sistemi, cilt, beyin fonksiyonları, ruh hali gibi. Ama östrojenin rahim iç tabakası üzerinde kalınlaştırıcı bir etkisi vardır ve uzun süre tek başına kullanıldığında bu durum rahim içi (endometrium) kanseri riskini artırabilir. Bu yüzden tedavide mutlaka progesteronla birlikte verilmesi gerekir. Âdet döngüsünde önce östrojen seviyesi yükselir ve yumurtlama gerçekleşir. Ardından progesteron devreye girer ve yaklaşık 14 gün boyunca etkisini sürdürür. Progesteronun temel görevi, östrojenin rahim iç dokusunda yarattığı kalınlaşmayı dengeleyerek olası kanser riskini azaltmaktır. Testosteron ise genellikle erkeklik hormonu olarak bilinir ama kadınlarda da salgılanır. Kadınlardaki testosteronun yarıya yakını yumurtalıklardan üretilir. Libido, cinsel haz, uyarılma ve orgazm gibi konularda doğrudan etkisi vardır. Eksikliğinde bu alanlarda azalma ya da değişiklikler görülebilir. Ama sadece bununla sınırlı değil; testosteron aynı zamanda kadının genel iyilik haline, enerjisine, konsantrasyonuna, dayanıklılığına ve ruh sağlığına da katkı sağlar.
– Testosteronun kadın sağlığı üzerindeki etkileri genellikle göz ardı ediliyor. Hangi alanlarda fark yaratıyor?
Gerçekten öyle, testosteronun etkileri sadece cinsellikle sınırlı değil. Konsantrasyonu artırıyor, kişinin kendini daha güçlü ve enerjik hissetmesini sağlıyor. İnsanlar daha dışa dönük, daha hareketli ve aktif oluyor. Aynı zamanda kas kütlesini artırırken, vücuttaki yağ oranını azaltma etkisi de var. Yani genel anlamda hem fiziksel hem de zihinsel olarak canlılık kazandıran bir hormon diyebiliriz.
– 2002 yılında Kadın Sağlık Girişimi (WHI) tarafından yayınlanan çalışmada östrojenin kanser riskini artırabileceği açıklandı ve bu, hâlâ kamuoyunda tartışılıyor. Pek çok kadın bu nedenle hormon tedavisinden çekiniyor. Bazı hekimler hâlâ bu araştırmanın etkisinde kalarak HRT’yi (hormon replasman tedavisi) önermiyor. WHI çalışmasının konusu neydi ve neden hâlâ tartışılıyor?
WHI çalışması, o dönem için önemli bir çalışmaydı. Ancak bazı eksiklikleri vardı. Etkisi büyük oldu ve hâlâ tartışılıyor.
– Çalışma neden eleştirildi? Eksik ya da sorunlu yönleri neydi?
1980’li yıllarda dünyada şöyle bir yaklaşım benimsendi: Menopoz, kadın bedeninde ciddi bir yıkıma yol açıyor ve bu yıkımın temel nedeni östrojen eksikliği. Kalp hastalıkları, osteoporoz, uyku bozuklukları, metabolizma problemleri, destek dokusunda azalma, organ sarkmaları, idrar kaçırma gibi pek çok sorun bu dönemde artıyor. Bu belirtileri azaltmak ve kadınların yaşam kalitesini korumak için östrojen dışarıdan verilmeye başlandı. Bir süre sonra, bu yaklaşımın doğruluğunu test etmek amacıyla kapsamlı bir araştırma yapıldı: WHI çalışması. Medikal açıdan güçlü tasarlanmış bir çalışmaydı; yaklaşık 16 bin kadın üzerinde yürütüldü, placebo kontrollü ve randomize bir çalışmaydı. Üç kolu vardı: Rahmi olan kadınlara östrojen artı progesteron verildi, rahmi alınmış olanlara sadece östrojen verildi, bir diğer gruba ise placebo uygulandı. Dördüncü yılda, östrojen ve progesteron verilen grupta meme kanseri oranında bir artış görülünce çalışma sonlandırıldı. İşte o bulgu kamuoyunda büyük yankı uyandırdı ve hormon tedavisine bakışı derinden etkiledi.
– Peki, meme kanseri artışı gerçekten çok belirgin miydi? Çalışmanın durdurulmasına sebep olacak kadar ciddi bir fark mı vardı?
Aslında fark çok büyük değildi ama istatistiksel olarak anlamlıydı. Bu yüzden o kol sonlandırıldı. Ardından dünyada büyük bir spekülasyon başladı. Bu bulgu medyada manşetlere taşındı; “hormon tedavisi kanser yapıyor” başlıklarıyla kamuoyunda ciddi bir korku oluştu. Bunun sonucunda menopoz tedavisi neredeyse tamamen durdu. Daha sonra bu çalışma yeniden değerlendirildi ve çeşitli eksikleri, handikapları olduğu ortaya kondu.
– WHI çalışmasının handikapları nelerdi?
En önemli handikap, katılımcıların yaş aralığıydı. Kadınların üçte ikisi 60 yaşın üzerindeydi. Yani menopozdan ortalama 10 yıl sonra hormon tedavisine başlanmıştı. Oysa bugün geçerli olan yaklaşım şu: Menopozdan sonraki ilk 10 yıl içinde, eğer kalp hastalığı gibi bir risk yoksa, hormon tedavisi başlanabilir. Ama bu süreden sonra başlanırsa özellikle kalp damar sistemi üzerinde olumsuz etkiler ortaya çıkabiliyor. İkinci handikap kullanılan hormonların türüydü. O dönemde kullanılan östrojen insanda doğal olarak bulunmayan, kısrak idrarından elde edilen ve bugün artık tercih edilmeyen en eski formdu. Progesteron ise sentetik, yan etkisi yüksek bir formdu (MPA: medroksi progesteron asetat). Bugün bu hormonların yerine daha farklı ve daha güvenli içerikler kullanılıyor. Üçüncü olarak, veriliş yolu da farklıydı. O çalışmada hormonlar ağızdan verilmişti. Bugün ise östrojen genellikle jel, bant ya da sprey gibi formlarla transdermal olarak veriliyor. Bu yöntemle hormon doğrudan hedef organlara ulaşıyor ve karaciğerden geçmediği için karaciğer üzerindeki yükve pıhtılaşma faktörleri üzerindeki negatif etki de ortadan kalkıyor. Sonuç olarak, hem kullanılan hormonların içeriği değişti, hem veriliş şekli, hem de uygulanan yaş aralığı. Tüm bu faktörler bilimsel dernekler tarafından yeniden değerlendirildi ve hormon tedavisi, uygun şartlar altında tekrar önerilmeye başlandı.
– Hormon replasman tedavisi kimlere uygulanmaz? Bazı kanser tanısı almış hastalara bile verilebildiği doğru mu?
Evet, doğru. Bazı kanser tanısı almış hastalara da hormon tedavisi uygulanabiliyor. Aslında düşündüğümüzde, bu tedavinin verilemediği hasta grubu oldukça sınırlı. Şiddetli karaciğer hastalığı olanlar, örneğin aktif hepatit ya da siroz gibi durumlarda hormon tedavisi önerilmez. Aynı şekilde koroner arter hastalığı olanlarda, daha önce felç (inme) geçirmiş olanlarda ya da pıhtılaşma sorunu yaşamış, tromboemboli öyküsü bulunan kişilerde de kullanılmaz. Onun dışında, genel sağlık durumu uygun olan pek çok hastaya güvenle uygulanabilir.
Prof. Dr. Fuat Demirci
– Meme kanseri tanısı almış bir kadına hormon tedavisi verilebilir mi?
Bu konu hâlâ tartışmalı ama bazı özel durumlarda verilebilir. Özellikle meme kanserinin östrojen ve progesteron reseptörü negatif tiplerinde, yani tümörün östrojene duyarlı olmadığı olgularda, hormon tedavisi yarar zarar dengesi gözetilerek mümkün olabilir.
– Peki rahim ya da yumurtalık kanseri geçirmiş kadınlarda durum nasıl?
Yumurtalık kanseri geçirmiş, ameliyatla yumurtalıkları alınmış hastalar hormon tedavisi kullanabilir. Rahim ağzı kanseri nedeniyle ameliyat olmuş kişiler için de aynı durum geçerli. Tedavi, hastanın genel durumu, tümör tipi ve yarar zarar dengesi göz önüne alınarak planlanabilir.
– Biyoeşdeğer östrojen nedir? Doğal hormonlara en yakın seçenek bu mu?
Evet, biyoeşdeğer östrojen doğala eşdeğer formdur. Şu anda menopoz tedavisinde jel formunda kullanılan östradiol, bu tanıma giriyor. En çok tartışma yaratan konu meme üzerindeki etkisiydi. WHI çalışmasından sonra bu konu uzun süre gündemde kaldı. Ancak 2024’te bu alanda çok önemli bir gelişme oldu. 14 bin kadını içeren on farklı randomize çalışmanın değerlendirildiği bir meta analiz yayınlandı. Bilimsel değeri yüksek bu çalışmalardan elde edilen ortak sonuca göre, tek başına verilen östrojenin yani progesteron eklenmeden kullanılan östrojenin meme kanserine karşı koruyucu etkisi olabileceği ifade edildi.
Progesteron tarafında da durum değişti. Eskiden kullanılan medroksiprogesteron yerine artık daha güvenli alternatifler tercih ediliyor. Bunların bir kısmı doğal progesteron, yani biyoeşdeğer; bir kısmı ise sentetik ama doğal progesterona oldukça yakın yapılar. Progesteronun biyolojik etkileri birbirinden çok farklı olabiliyor. Örneğin, levonorgestrel kıllanmayı artırabilirken, siproteron asetat tam tersine kıllanma karşıtı etki gösteriyor. Menopozda şu anda tercih edilen progesteron formu mikronize progesteron. Bu da biyoeşdeğer kabul ediliyor ve genellikle jel, kapsül ya da vajinal formda kullanılıyor. Meme dokusu üzerinde bilinen bir olumsuz etkisi yok.
– Menopoz cinsel hayatı nasıl etkiliyor? Bu dönemde kadınlar ne tür önlemler alabilir?
Menopoz sonrası dönemde östrojenin azalmasıyla birlikte vücutta bazı değişiklikler oluyor. Yumurtalık ve rahimde küçülme, vajinal deride incelme, kuruluk, esneklik kaybı ve libido azalması gibi durumlar cinsel ilişkiyi zorlaştırabiliyor. Destek dokular da zayıfladığı için bu sorunlar bazen daha belirgin hale geliyor. Eğer bu şikayetler ciddi boyuttaysa, deriye uygulanan bant ya da jel formunda östrojenle rahatlama sağlanabiliyor. Ama eğer vajinal kuruluk ve buna bağlı cinsel sorunlar ön plandaysa, sistemik östrojen kullanılamıyorsa lokal vajinal östrojen kullanımı daha uygun bir seçenek olabilir. Bu yöntem sıkı takip gerektirmiyor ve güvenle kullanılabiliyor. Ayrıca ilişkide kayganlaştırıcı jel kullanmak da oldukça basit ama etkili bir yöntem. Bu tür destekler, cinsel sağlığı korumak ve yaşam kalitesini artırmak açısından önemli.
– Menopoz döneminde vajinal kuruluk sık karşılaşılan bir sorun. Hormon tedavisi bu durumu ne kadar iyileştiriyor? Vajinal östrojen kremi hangi durumlarda öneriyorsunuz?
Evet, vajinal kuruluk menopoz döneminde önemli sorun. Öyle ki, sadece bu nedenle vajinasının üzerinde oturamayan hastalar bile oluyor. Bu derece ciddi rahatsızlık veren bir tablo yaşanabiliyor. Östrojen tedavisiyle bu sorunlarda belirgin rahatlama sağlanıyor. Vajinal östrojen kremlerini ise daha çok sistemik tedavi alamayan, yani ağızdan ya da transdermal yolla östrojen kullanamayan, genellikle daha yaşlı hastalarda öneriyoruz. Bu grupta vajinal krem ya da vajinal tablet formunda lokal tedavi uyguluyoruz. Ama kişi transdermal östrojen alıyorsa (bant ya da jel şeklinde) bu tedavi zaten vajinal dokuda da olumlu etki yaratıyor. Mukozada kalınlaşma sağlıyor, kanlanmayı artırıyor ve kuruluğu azaltıyor. Böyle bir durumda lokal krem kullanmaya çoğu zaman gerek kalmıyor.
– Transdermal östrojen (bant ve jel) formları, uluslararası kılavuzlarda daha güvenli kabul ediliyor. Ancak Türkiye’de bu formlara artık ulaşılamıyor. Sizce bu durumun nedeni nedir?
Şu anda ülkemizde tek başına östrojen içeren ilaçlar elektronik imzalı reçeteye bağlanmış durumda. Bu durumun resmi gerekçesi, kontrolsüz hormon kullanımını önlemek. Ayrıca bu ilaçlar piyasada yok. Ama bu ilaçların piyasada olmaması hastalar açısından ciddi bir mağduriyet yaratıyor. Yurt dışından gelen ürünlere yöneliyorlar ama çoğu zaman bu ilaçlar legal yollarla değil, el altından ve fahiş fiyatlarla temin ediliyor. Bazı formlar mecburen eczanelerde özel olarak hazırlatılıyor ama orada da dozaj konusunda sıkıntılar yaşanabiliyor. Çünkü her eczane hazırlama konusunda aynı yetkinlikte değil. Bir de şöyle bir söylenti var: Tek başına östrojen içeren formların bazı çevrelerde, özellikle LGBTİ+ bireyler tarafından kullanıldığı ve bu nedenle sınırlama getirildiği konuşuluyor. Ancak bu konuda net bir açıklama ya da resmi bilgi yok. Ben de tam olarak nedenini bilmiyorum. Sonuç olarak hastalar bu önemli ilaçlara ulaşamıyorlar.
– Ortalama bir kadın Türkiye’de yaşamının neredeyse yarısını menopoz sonrası dönemde geçiriyor. Buna rağmen menopoz, sağlık politikalarında hâlâ görünmez bir başlık olarak kalıyor. Sizce neden bu durum bir halk sağlığı meselesi olarak ele alınmıyor?
Kadınlar artık yaşamlarının üçte birinden daha fazlasını, hatta neredeyse yarısını menopoz sonrası dönemde geçiriyor. Bu kadar uzun bir sürenin sağlık sisteminde görmezden gelinmesi ciddi bir eksiklik. Bence burada öncelikle hekimlerin farkındalığının artması gerekiyor. Güncel bilgiye sahip olmak, bu konuda eğitimli olmak çok önemli. Bu noktada sizin gibi platformların katkısı büyük. Konunun gündeme taşınması, kadınların bu konuda bilinçlenip talepte bulunması, hekimler açısından da önemli bir uyarı niteliğinde olur. Ayrıca tıbbi derneklerin bu alana daha fazla eğilmesi, hem hekimlere hem de kadınlara yönelik eğitim toplantıları düzenlemesi faydalı olur. Elbette en nihayetinde Sağlık Bakanlığı’nın da menopozu bir halk sağlığı meselesi olarak ele alması, bunu koruyucu hekimlik başlığı altında değerlendirmesi ve ona göre politikalar geliştirmesi şart.
Prof. Dr. Fuat Demirci
“Östrojenin, menopoz sonrası kadın bedenindeki yıkımı durdurduğu artık tartışmasız kabul ediliyor”
– Peki, bir kadın hormon tedavisi almazsa ne olur?
Öncelikle şunu net söyleyebilirim: Hormon kullanmayan kadınların daha erken öldüğü bilimsel olarak ortaya konmuş durumda. Bu benim değil, FIGO’nun (Dünya Jinekoloji ve Obstetrik Federasyonu) 2024 ocak ayında yayınladığı durum belgesinde geçen bir bulgu. Aynı raporda, hormon tedavisi alan kadınların daha uzun yaşadığı, yaşam kalitelerinin daha yüksek olduğu açıkça belirtiliyor. Sadece ömür değil, hayatın içeriği de değişiyor. Daha verimli oluyorlar, bilişsel işlevleri daha iyi korunuyor, genel yıkım daha az oluyor. Cilt, kas-iskelet sistemi, cinsel yaşam… Hepsi olumlu etkileniyor. İdrar kaçırma, genital organ sarkması gibi sorunlar daha az görülüyor. Bu da yine bilimsel olarak saptanmış durumda. Yani östrojenin, menopoz sonrası kadın bedenindeki yıkımı durdurduğu artık tartışmasız kabul ediliyor.
– Türkiye’de rahim alma (histerektomi) ameliyatlarında son yıllarda bir artış var mı? Bu operasyonlar en çok hangi nedenlerle yapılıyor?
Histerektominin en sık nedeni miyomlar ve anormal kanamalar Adenomyozis dediğimiz, miyoma benzer bir durum da bir diğer neden. Tabii kanser vakaları da önemli bir histerektomi sebebi. Ama son yıllarda bu ameliyatlarda bir artış olduğunu düşünmüyorum, hatta tam tersine azalma var diyebilirim. Çünkü daha koruyucu, rahmi almadan yapılan tedavi yöntemleri artık daha sık tercih ediliyor. Bu da histerektomi oranlarını düşürüyor. Türkiye’de bu konuda kapsamlı bir veri yok ama Amerika’da kadın hastalıklarıyla ilgili yapılan en sık cerrahi işlem hâlâ histerektomi. Biz de böyle bir data yok.
– Laparoskopik yani kapalı ameliyatlar, rahim alma operasyonlarında neden bu kadar önemli görülüyor?
Şu an elimizde Türkiye’ye ait net bir veri yok ama Amerika’da önerilen yaklaşım çok net. Açık ameliyat yapmayın diyorlar. Eğer mümkünse vajinal yoldan rahmi çıkarın. Ama tabii bu yöntem her kadın için uygun değil. Özellikle daha önce sezaryen geçirmiş ya da vajinal relaksasyonu olmayan hastalarda vajinal yolla ameliyat yapılamıyor. Vajinal yol mümkün değilse sırada laparoskopik yani kapalı yöntem geliyor. O da yapılamıyorsa ancak o zaman açık ameliyat öneriliyor. Amerikan Jinekoloji Derneği’nin önerisi bu yönde ve bu yaklaşım doğru. Çünkü laparoskopi, açık ameliyata göre çok ciddi avantajlar sağlıyor.
– Avantajları neler?
Kapalı ameliyatlarda hastada çok daha az kanama ve ağrı oluyor. Enfeksiyon riski de açık ameliyata göre oldukça düşük. Kozmetik açıdan da önemli bir avantajı var; çünkü gözle görülür bir kesi olmuyor. Hasta çok daha hızlı toparlanıyor, işine kısa sürede dönebiliyor. Bu nedenlerle laparoskopik cerrahinin avantajı tartışmasız. Zaten dünya da bu yönde ilerliyor. Artık kanser ameliyatları bile kapalı yöntemle yapılıyor. Bugün jinekolojik ameliyatların çok büyük bir kısmı kapalı yöntemle uygulanıyor, açık ameliyatlar oldukça azaldı.
– Menopoz döneminde nasıl bir beslenme düzeni öneriyorsunuz? Hangi vitamin ve takviyeler bu dönemde önemli?
Ameliyat sonrası ya da menopoz sürecinde genel sağlık açısından beslenmeye dikkat etmek gerekiyor. Öncelikle sigara, alkol ve gluten tüketiminden uzak durmak önemli. Şeker ve basit karbonhidratlar da sınırlanmalı. Pirinç, patates gibi karbonhidrat içeriği yüksek gıdalar ve hayvansal yağlar özellikle kardiyovasküler risk açısından önerilmiyor. Sebze ve zeytinyağı ağırlıklı, Akdeniz tipi bir beslenme modeli tercih edilmeli. Haftada 2-3 kez balık tüketimi de bu dönemde oldukça faydalı. Eksik olan vitaminlerin yerine konması şart. Kalsiyum mutlaka alınmalı. Magnezyum desteği de gerekebilir. Ayrıca kalp-damar sağlığı için omega-3, koenzim Q10 ve C vitamini gibi antioksidan destekler kullanılabilir. B grubu vitaminleri, özellikle B12 takviyesi de gerekebilir. Bunların yanı sıra hobi edinmek, sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunmak, yoga, pilates ve meditasyon gibi aktiviteler bu dönemi hem fiziksel hem ruhsal olarak daha sağlıklı geçirmeyi sağlar. Özellikle hafif ağırlıkla egzersiz yapmak çok önemli. Kas kitlesini artırdığı gibi, vücuttaki endojen testosteron düzeyini de yükseltiyor. Bu da hem ruh halini iyileştiriyor, antidepresif bir etki sağlıyor hem de cinsel hayata olumlu katkı yapıyor.